31 Ağustos 2008 Pazar

Erdal Şafak, Sabah, 31/08/08

PKK ve ETA
Bask ayrılıkçı terör örgütü ETA'nın siyasal kanadı Batasuna partisinin bir zamanlar liderliğini yürüten Arnaldo Otegi dün sabah sessiz sedasız tahliye edildi.
Otegi'nin siyasal kariyeri Türkiye'de de bazı kesimlerin ders çıkarmaları gereken bir hazin sonla noktalandı.
Batasuna'nın liderliğine geldikten sonra şiddeti, silahlı mücadeleyi reddetti, Bask sorununun ancak diyalogla ve uzlaşmayla çözülebileceğini savunmaya başladı. Ancak ETA bu çizgiden memnun değildi. Çifte baskı politikasını devreye soktu: Bir yandan bombalar patlatarak Batasuna'yı zor duruma soktu, bir yandan da Otegi'ye "Ya çizgimize gelirsin ya dışlanırsın" dayatmasında bulundu.
Otegi bu baskılar sonucu söylem ve çizgi değiştirdi. Bu da ona "Terörü övmek" suçundan 15 ay hapis cezasına çarptırılmaya maloldu.
Dün cezasını doldurup serbest bırakıldı. Cezaevinin kapısından özgürlüğe adımını attığında onu sadece birkaç yakını karşıladı. Çünkü Batasuna kapatıldı. Ayrıca ETA'nın siyasal vitrini olan diğer iki Bask partisine 3 yıl faaliyet yasağı getirildi. Ve nihayet ETA kendini kanıtlamak için hapsi bile göze alan Otegi'yi "Çizdiğini" ilan etti. Bask sorununda kendinden başka kimsenin muhatap alınmaması politikalarının sonucu olarak.
50 yaşındaki Otegi hayatının bundan sonraki yıllarını kullanılıp atılmışlığın utancıyla geçirecek.
Türkiye'de de benzer süreç yaşanıyor. Anayasa Mahkemesi'nde DTP hakkındaki kapatma davasında sona yaklaşırken (16 Eylül'de sözlü savunma yapılacak) PKK hem tahriklerinin, hem de -anlaşılan-Kürt siyasetçilerin üstündeki baskılarının dozunu artırdı.
Örgütün tahrikleri mayınlarla (Daha dün Refahiye'de facianın eşiğinden dönüldü) ve bombalarla yaşamımıza yansıyor. Baskıları ise Emine Ayna gibi bazı Kürt siyasetçilerin pervasızlığın da ötesine geçen çıkışlarıyla.
DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın hazırladığı iddianamede kapatma talebi için saydığı gerekçelerin hiçbirinde "Şiddeti övmek" suçunun bulunmadığını belirterek, bunun kendilerini umutlandırdığını söylüyordu.
Anlaşılan bazı DTP'liler şimdi o eksiği kapatmak ya da Başsavcı Yalçınkaya'ya yeni gerekçeler, yeni deliller sağlamak için çırpınıyorlar. Hele DTP Genel Başkan Yardımcısı Emine Ayna'nın bu yöndeki "İnsanüstü" çabalarına maşallah diyecek yok.

Amaçları DTP'yi kapattırmak
Son bir ayda mikrofonu her kürsüye çıkışında söze PKK ile başlayıp PKK ile bitiren, "PKK'nın muhatap alınmasını", "PKK ile diyalog kurulmasını" isteyen, Öcalan için imza kampanyalarında başı çeken, bütün bu icraatlarına beklediği tepki gelmeyince gözünü iyice karartıp PKK'nın ilk eylemleri olan 15 Ağustos 1984'teki Eruh ve Şemdinli baskınlarını "Kürtler'in zafer bayramı" ilan eden Emine Hanım son demecinde adeta akan suları durdurdu! Buyurun: "Bombalı saldırılar savaşın bir parçasıdır!" Yani, Güngören'de, İzmir'de, Mersin'de, Hatay'da yapılan bombalı saldırılar, terör değil, savaş!
Amaç sabır taşını çatlatmak. DTP için son umut kırıntılarını yok etmek. Partinin kapatılmasını garantilemek.
Genel Başkan Ahmet Türk'ün "Bazı arkadaşların söylemleri bize umutla bakan kişilerin umutlarını kırıyor. O çıkışlar çözüme hizmet etmiyor" (Yeni Şafak gazetesine verdiği mülakat) hatırlatmaları bile fayda etmiyor. Çünkü onlar kulaklarını Ahmet Türk'e değil, İmralı'ya çevirdiler.
Mutlaka kapattıracaklar DTP'yi. Böylece 2009 Mart'ındaki yerel seçimlere girmesini de önlemiş olacaklar. Kürtler de seçilmiş temsilcilerinden yoksun kalınca PKK'ya yönelecekler. Hesapları bu! İmralı da Ayna ve benzeri "Şahinler"i de bu sonucu sağladıkları için "Aferin"le ödüllendirecek!
Gözleri iyice kararmış o "Siyasiler"i bir çift lafımız var:
Arnaldo Otegi'nin sonunu unutmasınlar. Ahmet Türk'ün uyarısını da: "Geçmişte şahin olup da tüyü dökülen kuşlara dönenleri çok gördük." İnanmıyorlarsa, PKK'nın kullanıp kullanıp attığı mendillerin ve ortadan kaldırdığı maşaların uzun listesine bir göz atsınlar...

19 Ağustos 2008 Salı

Bir Nur Çintay yazısı ile geri dönüşü kutlayalım.

Jerry Springer’ın yerlisini bekliyoruz! - Radikal 20-08-2008

Semranımlara, Tülin’le Caner’e aşina bir geçmişten geliyoruz. ‘Hoşlantı’ diye kelime icadına da şahitlik etmişiz, kafa göz yarmalara da, bir annenin oğluna “Ben haber veririm sana âşık olduğun zaman” dediğine de. ‘Ben Evleniyorum’, ‘Biz Evleniyoruz’, ‘Bir Sevda Masalı’, ‘Kalplerde İkinci Bahar’, ‘Gelinim Olur Musun?’, ‘Size Anne Diyebilir Miyim?’ zincirinden sonra artık bizi heyecanlandırabilecek bir izdivaç programı mümkün mü?
Oturduğum yerden ‘Hayır’ derdim.
Ama arası çok açıldı da özledik diye mi, sıcak ve nemden muhallebileşmemizin de etkisiyle mi, ihtiyacımız varmış galiba bu müptezel
sulara yine açılmaya.
Uzun zamandır en hipnotize olarak izlediğim ekran olayı, sarı&dobra halleriyle kendinden bir Seda Sayan Junior çıkartan Songül Karlı ile büyük Türk şairi Uğur Arslan’ın beraber sundukları ‘İki Gönül Bir Olunca’ adlı yamama, müesseselendirme, ev sahibi etme programı (Salı geceleri Fox’ta yayımlanan bu müthiş mi dehşet, sakil mi trajik yapım, gündüzleri de ‘Su Gibi’ adı altında devam ediyormuş, yine aynı ikilinin trafikerliğinde, bunca zaman farkına varmamış olmak şahsi cehaletim).
‘Ben Evleniyorum’/‘Gelinim Olur Musun?’gillerin üstüne, akla gelmesi muhtemel soru:
Bunda evvelkilerden daha yeni, eğitici, öğretici, eğlendirici ya da utanç verici, velhasıl magnetleyici ne olabilir ki?
Bekâr bir insan evladı, çiftin teki olmak uğruna kendini öbür reality show’lardakinden daha fazla nasıl rezil kepaze edebilir ki? Ar damarı çatlatma hudutlarındaki bütün elektrikli teller, çitler, mayınlar zaten çoktan temizlenmemiş miydi ki?
Bir kere şöyle bir ayrımdan bahsedebiliriz: Eskiden evin içindeki tanış-koklaş, uzun
saatlere, haftalara yayılıyordu. Oyun, cilve, türlü numara vardı, sadede bu kadar hızlı, doğrudan, direkt, perdesiz gelinmiyordu. Burada ise net beş dakikamız var. Bu kadar
masummuş gibi sunulan bir müstehcenliğe rastlamak kolay değil.
‘İki Gönül Bir Olunca’da evlenmek isteyen şak diye çıkıyor ortaya, çayırda çimende ağaçlara sarılarak kendini tanıttıktan sonra ‘dürüst’ ve ‘kaliteli’ bir bay/bayanla (asla erkek ya da kadın değil) hayatını birleştirmek istediğini söylüyor ve soruyor boşluğa: ‘Aşkım, benim için ne çılgınlık yaparsın?’
Bu mariyajpereste talip olanın, aşkının kanıtı olarak bir çılgınlık yapması şart. Ve öğreniyoruz ki bu arazideki en büyük çılgınlık, böğürerek şarkı söylemek!
Biri ‘denizleri yaktı’ şimdiye kadar, biri saçlarını kırmızıya boyattı, bir başkası da pedikür yaptı, onun dışında çılgınlık dedin mi yapılacak şey belli: Şarkı söylemek. Ama maymunlaşarak.
Sonra bu insanlar stüdyoda bir araya getiriliyor ve kendilerine beş dakika veriliyor. Konuşup karara varacaklar: Birbirlerini daha yakından tanımak istiyorlar mı, yoksa ‘Zahmet etmişsiniz, ama ben 42-47 aralığı demiştim, sizse 48’siniz, yani o yüzden mümkün değil!’ mi?
Bu pornografik beş dakika çok acayip bir dilim işte. ‘Hoşgeldiniz, nasılsınız?’den sonra pervasızca sorulan ilk soru: ‘Eviniz kendinizin mi?’ Akabinde: ‘Eşinizden niye ayrıldınız?’ Küt diye: ‘Aylık geliriniz ne kadar?’ Belki birkaç da huyu, suyu sorusu. Hızlandırılmış kavun seçimi.
Nihai niyeti ekran kariyeri olan röfleli (hâlâ) ve solaryumlu (hâlâ) çokbilmiş kızlar ve gündüz kuşağı sunucu adayı oğlanlar değil, daha acıklı, hikâyeli, hakiki tipler. Eciş bücüşler. Sakil de bir eşleştirme: Sırık gibi kadının karşısına bir cüceyi getirmek mesela.
Mahremiyetin yerle bir, freak kullanımının üst düzey olması, tarzlar apayrı olsa da akla düşürmüyor değil: Artık yerli bir Jerry Springer şovunu da hak etmiyor muyuz?
Bir ara Flash TV’de benzer bir girişim olmuştu ama Jerry Springer’ın düzeyini tutturmak kolay değil. Bir süredir MyMax’te orijinalini seyrederek de Recep İvedik ötesi sulara geçebiliyoruz ama gönül yerlisini de arzulamıyor değil. Önümüz kış, sırf reyting değil gazetelerin ikinci sayfalarıyla pek çok köşe de garanti. Jerry Springer’ın yerine Reha Muhtar düşünülebilir, ama benim içimden asıl Aziz Üstel geçiyor. Zıtların çekimi.
Onca ucube nereden mi bulunur? Onca hikâye nereden mi çıkarılır? Bizim milletin ar damarı bu kadar da çatlamamış mıdır?
Boş endişeler bunlar. Bence artık hazırız. Yapan kazanır.

12 Ağustos 2008 Salı

Neler Oluyor Gürcistan'da?-Erdal Şafak 12/8/08-Sabah

Oyun kurucu olmak

İngiliz tarihçi Mark Almond, Güney Osetya savaşıyla ilgili olarak "The Guardian" gazetesinde yayınlanan uzun yazısında ABD Dışişleri eski Bakanı Henry Kissinger'ın iki vecizesini hatırlattı:
1-Hiçbir büyük güç sonsuza kadar geri çekilmez.
2-Hiçbir büyük güç müttefikleri için intihar etmez.
Kissinger bu tespitleri başka zamanda başka krizler sırasında yaptı ama ilki Rusya'nın, ikincisi ise Gürcistan'ın bugünkü durumlarıyla bire bir örtüşüyor.
Gerçekten de Rusya'nın Mihail Gorbaçov döneminde başlayan geri çekilme sürecinin sona erdiği konusunda strateji uzmanları arasında geniş bir mutabakat var. Gürcistan'ın Güney Osetya operasyonuna verdiği ölçüsüz tepki, bu yeni dönemin işaret fişeği anlamına geliyor.
İkinci vecizenin muhatabı Gürcistan'a gelince; Batı yandaşlığını amansız, ölçüsüz, irrealist Moskova düşmanlığına endeksleyen Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili'yi ABD'nin son haftalarda ısrarla tekrarladığı "Sakın bir maceraya kalkışma" uyarıları bile durduramadı. Çünkü ABD'nin, AB'nin, hatta NATO'nun kendisini yalnız bırakmayacaklarına şartlanmıştı. Ve çünkü son 4 yılda başta ABD olmak üzere Batı'dan sağladığı silah ve eğitim desteği sayesinde yenilmez bir ordu yarattığına inanıyordu.
Gerçeği anladığında iş işten geçti: ABD "Başının çaresine bak" politikası izledi, Rusya'nın misillemesine ilk tepkisi bile son derece ihtiyatlı oldu. (Beyaz Saray'ın daha sonra söylemini sertleştirmesi Moskova'yı durdurmayı değil, Rusya karşıtlığında Saakaşvili ile yarışan Cumhuriyetçi Parti'nin başkan adayı John McCain'e prim kazandırmayı amaçlıyor.) AB'nin elinden ise Gürcistan'ın daha fazla hırpalanmaması için Rusya'nın öfkesini yatıştırmaya yönelik diplomatik girişimlerden fazlası gelmedi. Gelemezdi de.
Saakaşvili, Antik Yunan'dan bu yana saygı gösterilen "Olimpiyatlar süresince silahlar susar" kutsal yasasını bile çiğneyerek kalkıştığı bu çılgınlıktan sonra koltuğunu koruyabilir mi, bilmiyoruz; ama Gürcistan'ın Güney Osetya'yı da, Abhazya'yı da sonsuza kadar yitirdiği kesin.
Bu, Kafkaslar'da kartların yeniden karılması demek. Yeni ihtilafların, yeni çatışmaların tohumlarının atılması demek. Yukarı Karabağ sorununun barışçı yollardan çözümünün de zora girmesi demek. Kafkaslar'da istikrarsızlığın katmerleşmesi, enerji koridorlarının tehlikeye girmesi demek.

2 yıl önce yapılan çağrı
Bu barut fıçısını ateşten uzak tutmanın tek yolu var: Kafkas ülkelerini ortak gelecek hedefinde buluşturmak. İşte o nedenle üç gündür ısrarla Balkanlar'da olduğu gibi Kafkasya'da da "İstikrar Paktı" kurulmasının şart olduğunu yazıyoruz.
Biliyor musunuz; bu konu Türkiye'nin 1999 Kasım'ında yaptığı öneriden 7 yıl sonra, 2006 güzünde bir daha gündeme geldi. Buyurun Türkiye'nin de kurucu üyelerinden olduğu Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin (AKPM) 18 Ekim 2006 tarihli birleşiminde kabul edilen kararın tutanakları:
"Kafkaslar'da ihtilafların çözümü ve yeni çatışmaların önlenmesi ancak bölge ülkeleri arasında güven ortamının sağlanmasıyla mümkün olabilir. Bunun yolu bölgesel entegrasyonu amaçlayan bir işbirliği ve yardımlaşma mekanizmasıyla açılabilir. Bu mekanizma Kafkas İstikrar Paktı ile kurulabilir. AKPM olarak Kafkas İstikrar Paktı'nın temellerini oluşturacak ana ilkelerin belirlenmesini zorunlu görüyoruz. Bunun için de uluslararası bir konferans düzenlenmesini öneriyoruz."
AKPM kararında ayrıca tüm tarafları Kafkas İstikrar Paktı için düşünce süreci başlatmaya da çağırıyordu.
Aradan neredeyse iki yıl geçti. Düşüncelerin olgunlaşması için yeterli bir süre. Artık yitirecek zaman kalmadı. Tabii Güney Osetya'daki ateşin tüm Kafkaslar'a, oradan da Avrupa'ya yayılması istenmiyorsa.
Artık eylem zamanı. Dinamikleri harekete geçirmenin öncülüğünü hem Batı ittifakının ağırlıklı üyesi, hem de bölgenin ağabeyi olarak Türkiye yapmalı. Zaten stratejik çıkarları gereği Türkiye, oyunun parçası değil, kurucusu olmak zorunda.
Başbakan Erdoğan'ın "Balkanlar'da olduğu gibi bir Kafkas ittifakı çalışması içerisine girebiliriz. Burada Türkiye olarak rol alabiliriz" açıklamasını bu tarihi misyona hazırlığın ilk mesajı olarak görüyor ve alkışlıyoruz.

Neler Oluyor Gürcistan'da?-Gecikmeli Soli Özel Yorumu-12/8/08

1938 mi 1956 mı?

Kafkasya'da patlayan savaş bir anlamda çoktandır beklenen bir gelişmeydi.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından beri Rusya ile Gürcistan arasında gerginlik yaşanıyordu. İki ülke arasındaki sınır patlamaya hazır barut fıçısı niteliğindeydi.
Olayların akışını çığırından çıkaran ve 2004-2005 yıllarındaki, krizleri en azından dondurmaya yönelik girişimleri de geçersiz kılan hamle Batı'dan geldi . Kosova'nın bağımsızlığının önemli Batılı ülkelerce tanınması Rusya'yı çileden çıkardı ve dönemin Cumhurbaşkanı, şimdiki Başbakan Putin buna karşı misillemede bulunacaklarını açıkladı.
Öncelikle Abhazya'ya uygulanan ambargoyu kaldırdı. Batı'nın tepkisinin ne olacağını umursamadığını sert şekilde vurguladı. Temmuz ayı içinde hem Abhazya hem de Güney Osetya'da kimin sorumlu olduğunun bilinmediği şiddet olayları tırmandı. Rusya Gürcistan'ın Abhazya'da savaşa hazırlandığını iddia etti ve ateşkes sınırına komandolarını gönderdi. Kafkaslar siyasetini takip edenler savaşın Abhazya'da çıkmasını beklerken Gürcü ordusu Güney Osetya'ya girdi.
Kendi ayrılıkçılarına, özellikle de Çeçenlere karşı tümüyle acımasız bir tavır sergileyen Moskova, Abhazların ve Güneyli Osetlerin bağımsızlık mücadelelerini destekledi. Batı ile Gürcistan arasındaki yakın ilişkilerden hazetmediğini her fırsatta belli etti. Orta Asya enerji kaynaklarının Gürcistan üzerinden Batı piyasalarına ulaşmasının bu ülkenin stratejik önemine yaptığı katkıdan rahatsız oldu. Hele son dönemde Gürcistan'ın NATO üyeliği ihtimaline şiddetle karşı çıktı. Öyle ki Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov "Gürcistan'ın NATO üyeliğinin yeniden kan dökülmesine yol açacağını", Rusya'nın "Ukrayna ve Gürcistan'ın NATO üyesi olmaması için elinden geleni yapacağını" söyledi.

Saakaşvili'nin kumarı
NATO ise bazı üyelerinin Kosova'nın bağımsızlığını tanımalarının olası sonuçları hakkındaki uyarılara rağmen bu kararın mantığının dayattığı hamleyi yapamadı. Yani Gürcistan'ın NATO üyeliğini son Bükreş zirvesinde onaylamadı. Bu durumda Gürcü milliyetçiliğinin giderek yükseldiği, Güney Osetya meselesinin sürekli gündemde tutulduğu Gürcistan'da Şaakaşvili yönetimi büyük bir kumar oynadı ve Güney Osetya harekatını başlattı. Gürcistan'ın NATO üyeliği hayallerini tümden yok edecek ölçüde vahim sayılması gereken bu adımı Şaakaşvili'nin hangi beklentiyle attığı henüz belli değil. Eğer Putin'in Pekin'de Olimpiyat açılışında olmasından yararlanmak istediyse ciddi bir hesap hatası yaptığına kuşku yok. Bundan sonra Güney Kafkaslardaki sorunların çözümünün çok daha güçleştiğine de.
Gürcistan siyasetini yakından izleyenler Tiflis'tekilerin kendilerini 1938'de Almanya tarafından işgal edilen Çekoslovakya'ya benzettiklerini ya da 1921'de Sovyetler tarafından ellerinden bağımsızlıklarının alınmasıyla bugünkü durumu eş tuttuklarını söylüyorlar.
Gerçekçi bir bakış açısındansa bu savaşı başlatarak Gürcistan'ın 1956'daki Macaristan'a daha çok benzediği söylenebilir. Batı'ya güvenerek yaptıkları bu hamlede Batı'nın kendilerine yardım edebilme imanları kısıtlı, Rusya'ya karşı silah gücü kullanmaları ihtimali ise hemen hiç yok.
Bu son durumda ABD'de strateji oluşturanların bekledikleri gibi yakın dönemde Rusya ile makul bir işbirliği ve diplomatik yakınlaşma içine girilmesi ihtimali zayıfladı. Tersine Kafkasya ve çevresindeki enerji kaynaklarına erişimle ilgili büyük rekabeti şiddetlendirecek, Güney Kafkasya'nın Rusya'ya Batı'ya daha yakın olacağı konusundaki çekişmeyi kızıştıracak bir yeni durum ortaya çıktı.
19. yüzyılın 'Oyun'unun daha karmaşık yeni versiyonu galiba yeniden hareketlendi.

11 Ağustos 2008 Pazartesi

Neler Oluyor Gürcistan'da?

Gürcistan'da olup biten savaşı, o küçücük yaramaz çocuğun kulübesindeki oyuncakların çıkardığına inanmak için fazla saf, ya da fazla ilgisiz olmak gerekiyor. Bu olayın Amerika-Rusya (Nato-Rusya adı ile geçse de siz böyle anlayın.) arasındaki bir tür hesaplaşma, daha doğrusu Rusya'nın Kosova'nın bağımsızlığını ilanı ve Gürcistan ile Ukrayna'nın muhtemel Nato üyeliğine verdiği tepki/refleks/sınırlarıma bir adım daha yaklaşma uyarısı olduğunu en iyi anlatacak yazıyı ararken, buldum: Ömer Taşpınar, Sabah, 11/8/08

Tiflis'te yanlış hesap

Gürcistan ve Rusya arasında patlak veren savaş Amerika açısından pek de şaşırtıcı olmadı. Washinton'daki durum değerlendirmesi Rusya merkezli bir şekilde yapılıyor. Moskova'ya karşı izlenmesi gereken politika her zaman olduğu gibi gene "realistler" ve "neokonlar" arasında sert bir kutuplaşma ve tartışma yaratıyor.
Henry Kissinger ve Brent Scowcroft gibi realistler Gürcistan'ın NATO'ya girmek istemesine ve Kosova'nın bağımsızlık kazanmasına son derece olumsuz yaklaşan Moskova'nın bir şekilde "rövanş" almaya hazırlandığını uzun süredir dile getiriyorlardı. Bu nedenle Amerika Kafkaslar'da yaşanacak bir gerginliğe hazırlıklı durumdaydı.
Kissinger ve Scowcroft gibi realistlere göre Washington bugün Kafkaslar'da kendi ektiğini biçiyor. Bugün yaşanan durum Rusya'nın tekrar kendine geliyor olması. NATO'nun 1990'lı yıllarda Rusya'nın geleneksel etki alanı olan Doğu Avrupa, Balkanlar ve Kafkaslar'a doğru genişlemesi ancak ve ancak Rusya zayıf olduğu için mümkün olmuştu. Oysa artık Rusya zayıf değil. Putin ve Medvedev Moskova'nın Yeltsin döneminde kaybettiği prestiji yeniden kazanmakta kararlılar. Petrol fiyatlarının 120 dolar seviyesinde dolaştığı bir ekonomik konjonktürde dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip Rusya artık yeniden bir süper güç haline gelmiş durumda.
Kissinger ve Scowcroft gibi realistler bu nedenle Amerika'nın Rusya'ya karşı çok daha temkinli davranması gerektiğini savunuyorlar. Rusya haklı olarak kendi arka bahçesi saydığı Kafkaslar'da Şaakaşvili yönetiminde Batı yanlısı ve NATO'ya girmeye adaybir ülke görmekten açıkça rahatsız. Robert Kagan ve William Kristol gibi neokonlar ise Moskova'nın saldırgan dış politikasına karşı Washington'un demokratik ve Batı yanlısı cumhuriyetleri sonuna kadar koruması gerektiğine inanıyorlar. Gürcistan onların gözünde bir sembol. Putin'i Hitler'le, Gürcistan'ı ise 1938'de Almanya tarafından işgal edilen Çekoslovakya'yla kıyaslıyorlar. Aynı zamanda Rusya'nın dış politikasındaki çelişkilere dikkat çekiyorlar. Moskova, Rusya Federasyonu içindeki Çeçenistan gibibölgelerde ayrılıkçı hareketlerle karşı karşıya kaldığında kendi toprak bütünlüğünü savaşarak savunuyor. Ancak iş Gürcistan'a gelince çifte standart başlıyor.

Neokonların dolduruşuna geldi
Neokonlara göre NATO Gürcistan konusunda üzerine düşen görevi yerine getirmedi. Kagan ve Kristol'a göre AB ülkeleri her zaman olduğu gibi korkak davrandılar. Gürcistan'ın NATO üyeliğini Bükreş zirvesinde onaylamaktan çekindiler. Oysa böyle bir karar özellikle Kosova'nın bağımsızlığı sonrasında son derece elzemdi. Zira Kosova'nın bağımsızlığının Batı tarafından tanınması sonrasında Rusya'nın Kafkaslar'da intikam peşinde koşacağı belliydi. Nitekim Moskova önce Abhazya'ya uygulanan ambargoyu kaldırdı sonra da temmuz ayı içinde hem Abhazya hem de Güney Osetya'da şiddet olaylarını tırmandırmaya başladı. Herkes Abhazya'da savaş beklerken Gürcü ordusu Güney Osetya'ya girdi.
Neokonlara göre Gürcistan başkanı Şaakaşvili'nin böyle bir operasyona girişmesi kaçınılmazdı. Bükreş'teki NATO zirvesinde Gürcistan'a yeşil ışık yakılmayınca halkta derin bir düş kırıklığı oluşmuş ve Gürcü milliyetçiliği son derece yükselmişti. Bütün riskleri göze alan Saakaşvili ordusunu Güney Osetya'ya sokarak bilinçli bir kumar oynamaya karar verdi. Yaptığı hesaba göre Rusya kaçınılmaz olarak misilleme yapacak ve ABD bölgeye müdahale etmek zorunda kalacaktı. Böylece Gürcistan Washington'u kendisine daha sağlam bir şekilde bağlayacaktı. Ancak Tiflis'teki hesap Washington'a uymadı. Belki de biraz da neokonların dolduruşuna gelen Şaakaşvili Washington'daki siyasi eğilimin realistler lehine olduğunu hesaplayamadı.
Zira zaten Irak, İran, Afganistan ve Pakistan gibi krizler nedeniyle önünü doğru dürüst göremeyen Washington'da en son arzu edilen şey Rusya ile yeni bir kriz yaşanması. Soli Özel'in dün çok yerinde tespit ettiği gibi Gürcistan'ın bu savaşı başlatarak 1956'da Macaristan'ın düştüğü duruma geldiği söylenebilir. Şaakaşvili'nin Batı'ya güvenerek yaptığı bu hamlede Batı'nın Rusya'ya karşı bir askeri mücadeleye girme ihtimali hiç yok. Bu durumda Washington'da neokonlar bir kez daha hüsrana uğrarken, Gürcistan'ın NATO üyeliği de başka baharlara kalmış gözüküyor.


Not: Sabah Gazetesi'ni referans olarak bu sayfaya alırken bile bir an şüphe duyuşumdan muhafazakarlık, haber kaynaklarının işadamlarına (dinciiii dinciiii) satılması gibi olayları bu yazı vasıtasıyla bir ara konuşalım.

10 Ağustos 2008 Pazar

Back to Basics

Koray geri döndü. 30küsür saatlik bir yolculuk, neredeyse sıfır uyku. Yarın gündeme dönüyoruz.
Gürcistan-Rusya çekişmesi, Microsoft'un yeni reklam stratejisi, Meksika gözlemleri, teknolojik olup biten. Azzzz sonra, diyelim-

3 Ağustos 2008 Pazar

www.cnn.com

Not: Türkiye'deyken fazla fırsat olmuyor, ama aklıma gelmişken söylemek isterim, CNN'in son dakika haberleri çok çarpıcı oluyor. http://www.cnn.com/ adresinde hemen gözünüzün önünde sıra sıra dizilmiş, okunmayı bekliyorlar. (Tembellere özel not: Bundan sonra bu sayfada www.cnn.com'dan da haberler olacak.)

Not2: Olimpiyatlar başlıyor, malum. The Economist bu hafta Çin'i parça parça dilimliyor. Bayilerden satın almanız tavsiye edilir.
Al(a)mayanlar için, ilk anda gözüme çarpan üç beş şey:

1)Kapak Haberi:

China’s rise is a cause for celebration—but despite the Beijing Olympics, not because of them

http://www.economist.com/opinion/displayStory.cfm?source=most_recommended&story_id=11848192

2)Do Economists Need Brains?
A new school of economists is controversially turning to neuroscience to improve the dismal science

http://www.economist.com/finance/displaystory.cfm?source=most_recommended&story_id=11785391

Koray Meksika'da

Koray'ın Meksika'da olduğu şu günlerde, maalesef haberlere ortak olmak için fazla zaman yok.
Ama döndüğümde, bu eksikliğin acısını çıkarmak için fazladan Meksika'da gördüklerimi de yazacağım.

Şimdilik www.engadget.com, Ertuğrul Özkök'ün geçenlerde yaptığı ama bir kısmını sadece AKP'nin kapatma davasının sonuçlanmasından sonra yayınlamaya söz verdiği 4 Ağustos tarihli Tayyip Erdoğan ropörtajının saklı kısmını tavsiye edebilirim (http://www.hurriyet.com.tr).

Adios-