28 Temmuz 2008 Pazartesi

Ekonomi Bilenler İçin: Dünya ekonomisinin istikrarı yavaşlamasından geçiyor

Referans, 28/7/08, Erhan Aslanoğlu

2002-2006 yılları arasında Türkiye ekonomisi düşen enflasyon, hızlanan büyüme, bol likidite ve buna bağlı olarak finans piyasalarında güçlü çıkışların ve iyimserliğin hakim olduğu bir dönem yaşadı. Fakat benzer bir eğilim dünyanın hem gelişmiş hem gelişmekte olan birçok bölgesinde de yaşandı. Global dinamikler bu pozitif fotoğrafın arkasında çok etkili oldu. Irak operasyonu ya da AB müzakereleri gibi Türkiye'ye özgü siyasi ve jeopolitik süreçler Türkiye'yi zaman zaman bu global dinamiklerden kısa süreli de olsa ayrıştırdı.
2007 yılının ortalarından bu yana global dinamiklerde önceki döneme göre önemli bir değişim başlamış görünüyor. Bu değişim Türkiye'yi de etkisi altına almaya başladı. Peki nedir bu değişim? Bir cümleyle özetlemek gerekirse, dünya ekonomisi bol likidite -hızlı büyüme düşük enflasyon döneminden, azalan likidite yavaşlayan büyüme yükselen enflasyon dönemine girmiş görünüyor.
2002-2006 yıllarına şöyle bir bakarsak, dünya ihracat hacminde yaşanan inanılmaz yükselişin yaşanan pozitif ortamın arkasındaki temel faktör olduğunu düşünüyoruz.
Çin'in etkisi
Dünyadaki yıllık ihracat hacmi 1996-2001 yılları arasında yüzde 45 civarında artarak 6 trilyon dolara ulaşırken, 2002-2008 arasında yüzde 166 artarak 16 trilyon dolara çıkıyor. Bu artışın temel nedeni 2001 yılı kasım ayında Çin'in dünya ticaret örgütüne girmesi görünüyor. Çin rekabet avantajını da kullanarak çok daha güçlü ve fazla ihracat yapmaya başlıyor. Asya bölgesindeki büyümeyi hızlandırıyor. Enerji ve hammadde talebi arttığı için bu ürünleri üreten ülkelerin ihracatı ve dolayısıyla gelirleri de artıyor. Dünyada artan ihracat gelirlerinin büyük bölümü Güneydoğu Asya, Ortadoğu, Orta Asya gibi bölgelere yayılıyor. Dünya ticareti sıfır toplamlı bir oyun. Bir tarafta ihracatı artanlar varsa bir tarafta da ithalatı artanlar oluyor. İthalatı artanlar arasında en büyük paya sahip olan ülke ise ABD. Bu ülke son dönemde yıllık 700-800 milyar dolar dış açık verdi. Bu açıklarınının büyük bölümünü de para basarak, yani dünyaya dolar arzını artırarak kapattı. Başta Çin olmak üzere bölgedeki birçok ülke ve enerji ihraç eden ülkelerin merkez bankaları ABD kaynaklı bu dolarlarla döviz rezervlerini artırdılar. Karşılığında ise yerel para arz ettiler.
Güçlü dövi rezervleri
Böylesine bir parasal genişlemenin enflasyon yaratması beklenir. Fakat bu olmadı, özellikle Çin'in ve Hindistan'ın ucuz işgücü maliyeti ne bu ülkelerde ne de diğer ülkelerde enflasyona izin vermedi. Bu nedenle de merkez bankaları döviz karşılığı verdikleri likiditeyi çok fazla çekmedi. İşte bu gevşek para politikası ve likidite bolluğu önce bu ülkelerin sonra da dünya ekonomisinin hızlı büyümesinin nedenlerinden birisi oldu. Bu sürecin bir yansıması da ABD ekonomisinde gözlendi.
Güçlü döviz rezervleri olan Çin ve diğer bazı gelişmekte olan ülkeler bu rezervlerin bir kısmını ABD tahvillerine yatırarak bu ülkenin dış açığının kapatılmasına yardımcı oldu. Sorun yaşamayan ABD ekonomisi de hızlı büyüdü, konut başta olmak üzere varlık fiyatlarının arttığı bir dönem yaşadı. Sonuç olarak, dünyanın birçok bölümü likiditenin bol olduğu, varlık fiyatlarının arttığı iyi bir süreç geçirdi.
Son bir yıldır yaşananlar bu tablonun hızla değişmeye başladığına işaret ediyor. Öncelikle, hızlı büyüme enerji ve hammadde fiyatlarında sert yükselişlere yol açmaya başladı. Bütün dünyada enflasyon oranlarında artışlar gözleniyor. ABD'de konut sektöründe başlayan daralma artarak devam ediyor. Düşen konut fiyatları servet etkisi yoluyla tüketici güvenini azaltıyor, tüketim harcamalarını düşürüyor. ABD'de başlayan yavaşlama AB ekonomisine yansımaya başladı. Son gelen veriler Çin dahil olmak üzere gelişmekte olan ülkelerde de hafif de olsa yavaşlama sinyali veriyor. Yavaşlayan ekonomilerde borsalar düşüyor, varlıklar değer kaybetmeye başlıyor.
Gevşek para politikası
Yavaşlayan büyüme ve yükselen enflasyon bütün dünyada merkez bankalarının işinin zorlaştığı bir döneme girdiğimize işaret ediyor. 2000'li yılların başında enflasyon tehlikesi olmadığı için merkez bankaları gevşek para politikası uyguladı, piyasalara bol likidite verdi, ekonomiler hızlı büyüdü.
Artık enflasyon ihmal edilemeyecek kadar büyük bir tehlike olmaya başladı. Merkez bankaları enflasyon ile mücadele edeceklerinin sinyalini ciddi biçimde vermeye başladı. AB merkez bankası başından bu yana enflasyon ile mücadelede çok taviz vermiyor. Fed başkanı Bernanke enflasyon riskine her konuşmasında dikkat çekiyor, büyümede düşüşün durduğu, görece istikrarın sağlandığı anda faizleri artıracağı sinyallerini veriyor. Çin merkez bankası ve hükümeti enflasyon ile mücadeleyi artıracağı yönünde işaretler veriyor, adımlar atıyor.
Özetle, 2002-2006 döneminin aksine dünyanın birçok bölgesinde merkez bankalarının daha sıkı para politikası uygulayıp enflasyon ile mücadele edeceği bir döneme giriyoruz gibi görünüyor. Faizlerin yükseleceği böyle bir ortamda likiditenin azalmasını, ekonomik büyümenin yavaşlamasını beklemek gerekiyor.
2 yıllık süreç
Azalan likidite aynı zamanda son bir yılda olduğu gibi artan dalgalanma anlamına geliyor. Para politikalarını gerçek anlamda sıkılaştırmaya başlamanın en az 6-7 ay alabileceğini söyleyebiliriz. Para politikalarının etkinliğinin de 18 ay gibi bir süre alacağını varsayarsak, gelecek en az 2 yıllık dönemin geçmiş 4-5 yıldan farklı olacağını öne sürebiliriz. Yani, hızlı büyüme, bol likiditeden, yavaşlayan büyüme azalan likidite dönemine geçiş.

Dünya ekonomisinin 2000'li yılların başındaki büyümeyi şu an için kaldıramadığını, bu büyümenin hammadde fiyatlarındaki artışla enflasyonist olmaya başladığını görüyoruz. Enflasyonist büyüme genel olarak sürdürülmesi zor bir büyümedir. Başta enerji olmak üzere hammadde fiyatlarının üzerindeki spekülatif baskıyı azaltacak bir arz-talep dengesine ihtiyaç bulunuyor. Önümüzde görünen, ilk aşamada talep tarafının bastırılması. Bunun boyutunu arz tarafını güçlendirecek alternatiflerin ortaya çıkışı belirleyecektir. Türkiye ekonomisinin de bu konjonktürel değişimden etkilenmeye başladığını ve bunun devam edeceğini beklemek gerekiyor. Bizdeki etkinin daha güçlü ya da zayıf oluşu ise büyük oranda iç siyasi ve jeo-politik gelişmelerimize bağlı olacaktır.

Hiç yorum yok: